Şakir Paşa'nın ailesi gerçekte kim? Bilinenler ve bilinmeyenler

Şakir Paşa'nın ailesi gerçekte kim merak ediliyor. Şakir Paşa'nın ailesiyle ilgili bilgiler.

Şakir Paşa'nın ailesi gerçekte kim?  Bilinenler ve bilinmeyenler
Yayınlanma Tarihi : 26 Şubat 2025 21:34

NOW TV'nin iddialı dizisi 'Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar', Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın torunlarının açtığı dava nedeniyle yayından kaldırılmıştı. Sevilen dizi ile ilgili yeni bir gelişme yaşandı. Aile üyeleri ve yapımcı şirket arasında sağlanan uzlaşma sonucunda yayın yasağı kalktı. Dizi, kısa bir süre sonra ekranlara dönecek. Dizi ile ilgili merak edilenleri sizler için derledik.

Şakir Paşa Ailesi Kimin Hikayesi?

  • Entrika ve sırlarla dolu Şakir Paşa ailesinin yaşamları ve ilişkilerini gözler önüne serecek olan dizinin hikayesi 1912’de başlayacak.
  • Osmanlı'nın önemli bir paşa ailesinin bireyleri olan Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı, modern resmin ustası Fahrünnisa Zeid, ilk Türk gravür sanatçısı Aliye Berger ve ilk Türk seramik sanatçısı Füreya Koral gibi isimlerin hayatlarından kesitler de dizide yer bulacak.

Şakir Paşa Kimdir?

Tarihte Şakir Paşa ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır. Dizideki Paşa ile aynı hikayenin olup olmadığına dair henüz resmi bir açıklama yapılmadı.

  • 1891-1895 yılları arasında Sadrazamlık görevi yapan Ahmed Cevad Paşa'nın kardeşi, Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan roman ve hikâye yazarı Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın babasıdır.
  • Babası Mustafa Asım Bey idi.
  • Babası ve annesi 1861 yılında ölünce kimsesiz kaldı.
  • Kardeşi Ahmed Cevad ile birlikte askeri okula verildi.

Ayrıca Şakir Paşa olarak Cevat Şakir'in hikayesi de şu şekildedir:

  • Cevat Şakir Kabaağaçlı veya tanınan adıyla Halikarnas Balıkçısı (17 Nisan 1890, Girit[1] - 13 Ekim 1973, İzmir), Bodrum'a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarıdır.
  • 17 Nisan 1890 tarihinde, Osmanlı'nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesine mensup babasının yüksek komiser olarak görev yaptığı Girit'te doğdu.
  • Babası Girit ve Atina'da sefirlik ve valilik yapan Mehmed Şakir Paşa, annesi Giritli Sare İsmet Hanım; amcası II. Abdülhamid devri Sadrazamı Ahmed Cevad Paşa, dedesi Şurayı Askeri Dairesi Reisi Miralay Mustafa Asım Bey'dir.
  • Cevat, Şakir Paşa’nın ilk çocuğu olarak dünyaya geldi.
  • Doğumdan bir önceki gece annesi İsmet Hanım’ın rüyasında Musa peygamberi görmesinden dolayı Musa ön adını almış, II. Abdülhamit zamanında sadrazamlık ve kumandanlık yapmış ve iki evliliğinden de çocuğu olmayan ve onu kendi çocuğu gibi seven amcası Cevat ile babası Şakir’in isimleri ise adı olmuştur: Musa Cevat Şakir
  • Cevat Şakir, altı çocuklu ailenin en büyük evladıydı. Ailesinin tüm fertleri sanatta yetenekliydi.
  • Sırasıyla dünyaya gelen Hakkiye, Ayşe, Suat, Fahrelnisa ve Aliye adlı kardeşlerinden Fahrelnisa resim alanında, Aliye gravür alanında üne kavuştu; Hakkiye'nin kızı Füreya Koral, ilk Türk kadın seramikçi oldu; Fahrelnisa'nın çocukları Nejad Melih Devrim ressam; Şirin Devrim ise tiyatrocu oldu.
  • Cevat Şakir, çocukluk hayatının ilk yıllarını babası Şakir Paşa'nın elçi olarak bulunduğu Atina'da geçirdi. İlköğrenimini Büyükada'da, orta ve liseyi 1907'de Robert Kolej'de tamamladı.
  • İlk yazısı aynı yıl İkdam gazetesinde yayımlandı. Bu, İngilizceden tercüme bir yazıydı.
  • Lise öğreniminden sonra İngiltere'de denizcilik öğrenimi yapmak istediyse de ailesinin ısrarı ile Oxford Üniversitesi'nde tarih öğrenimi gördü.
  • 1913'te İtalyan bir hanımla evlenerek İtalya'da kaldı ve resim öğrenimi gördü.
  • İstanbul'a döndüğünde gazete ve dergilerde yazılar yayınlamaya başladı.
  • Aile, 1914 yılında maddi sıkıntı içine girmiş ve babası Mehmed Şakir Paşa Afyon'daki Kabaağaçlı çiftliğine yerleşmişti.
  • Babasının çiftlikte bir tartışma anında Cevat Şakir'in silahından çıkan kurşunla vurularak ölmesi üzerine cinayet iddiasıyla yargılandı ve 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı.[3]
  • Cezasının yedi yılını çektikten sonra baş gösteren verem hastalığından ötürü tahliye edildi.
  • 1925 yılına kadar geçimini haftalık dergilerde tercümeler, yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak temin etti. Türk basınında kapakçılığın gelişmesinde katkısı vardır.
  • Halikarnas Balıkçısı'nın Bodrum'daki büstü
  • Dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak "Hüseyin Kenan" takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı.
  • ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’ tan suçlu bulundu.
  • Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey'in önerisiyle kalebentlikle Bodrum'a sürüldü.
  • 3 yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da tamamladı.
  • Cezasının son yarısını İstanbul'da tamamladıktan sonra, çok sevdiği insanları ve doğal güzellikleriyle kaynaştığı Bodrum'dan uzak kalamadı ve Bodrum'a yeniden dönüp yaklaşık 25 yıl kaldı.
  • Bodrum'un Antik Çağ'daki adı olan Halikarnas'ı mahlas olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum'da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı.
  • Edebiyat sahasına giren eserlerinin büyük kısmını da Bodrum'da yazdı.
  • İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım'la yapan Cevat Şakir'in üç evliliğinden beş çocuğu oldu.
  • Çocuklarının orta öğrenim çağına gelince, o yıllarda bu kasabada ortaokul bulunmaması sebebiyle ailesini İzmir'e nakletti.
  • Yaşamını yazarlık ve turist rehberliği ile sürdürdü, rehberlik kurslarında da ders verdi.
  • 13 Ekim 1973'te İzmir'de kemik kanserinden öldü.
  • Vasiyeti üzerine Bodrum'a gömüldü.
  • Kabri Bodrum-Gümbet'teki Türbe Tepesinde manevi oğlu Şadan Gökovalı ile seçtiği yerde küçük bir müzesi ile birlikte "Halikarnas Balıkçısı Müzesi" adı altında bulunmaktadır.

Şakir Paşa’nın çocukları

Diken.com.tr'deki bilgilere göre; Paşanın, Girit’te görüp beğendiği ve kısa sürede evlendiği İsmet hanımdan sırasıyla Cevat Şakir (amcasının adı), Hakiye, Ayşe, Suat, Fahrünnisa ve Aliye adında çocukları olur. 

Şakir Paşa’nın bir de ilk evliliğinden Asım adında bir oğlu vardır. 

24-12-29-sakir-pasa-ailesi-soy-agaci-768x1365.jpg

Soyağacı Şirin Devrim’in Şakir Paşa Ailesi kitabından.

Paşanın, Fahrünnisa’dan olma torunu Şirin Devrim, ilginç büyük dayısı Asım’dan şöyle bahseder:

“İki büyük dayım da yoktu. Büyükbabamın Macar ilk eşinden olan Asım dayım genellikle aileden uzak dururdu. Şehirdeki Şakir Paşa Apartmanı’nın dairelerinden birinde bankada veznedarlık yapan, kendisinden hayli genç karısıyla otururdu.

Bu uzun boylu, zayıf ve çökük görünüşlü dayımın yüzünde hafif bir deli ifadesi vardı. Onunla birkaç kez apartmanın girişinde karşılaşmıştım. Ama onu sinemada bilet keserken gördüğümde donakaldım.

Öyle ya, çocukluğunda sadrazam dizlerinde hoplatılmış, sarayda padişahın ayakları dibinde oynamış, Fransa’da ünlü Saint Cyr Askeri Uzmanlık Okulu’ndan mezun olmuş bir adamın, hayatını kazanmak için bu gibi işler yapmaya mecbur kalmasını bir türlü anlamamış, içime sindirememiştim.”

Gelelim ailenin kaderini değiştiren olaya…

Cevat Şakir’in 1912’de Türkiye’ye geldiği söyleniyor. Yeğeni Şirin Devrim’in de ailesini anlattığı anı kitabında dayısının İtalyan eşi Aniesi’den olan kızı Mutara’nın 1912’de İstanbul’da doğduğu belirtilir.

Cevat önce denizcilik okumak istemiş, daha sonra ailesi tarih eğitimi almasına karar verip onu Oxford’a göndermişti. Eğitimini yarıda bırakan ve ressam olmaya karar veren bu genç adam, babasını karşı çıkacağını bile bile Roma’ya gitmişti.

Ancak İtalyan sevgilisinin hamile kalması nedeniyle bir evlilik kararı alıp yurda dönmüştü.

Ailesinin yanına döndüğü günlerde ülke hem Balkan Savaşları’nın hem de 1’inci Dünya Savaşı’nın eşiğindeydi.

İşin en kötü tarafı Şakir Paşa’nın abisi Cevat’tan kalan mirasla kurduğu Selanik’teki otel batmak üzereydi.

Baba oğul sürekli tartışıyor, İsmet hanım yemek masasında Hakiye ve eşi Emin beyi ortamı yumuşatmak ve konuyu değiştirmekle görevlendiriyordu.

Tam bu günlerde Mustafa Kemal’in kurmay okulundan sınıf arkadaşı Ahmet bey, Ayşe’ye talip oldu, asker damat seven Şakir Paşa’ysa hiç düşünmeden kızını verdi.

Ancak kızına istediği gibi bir düğün yapmak için hiç parası olmayan paşa, biraz baba yurdunda para bulabilir miyim diyerek oğulları Cevat, Suat, evin lalası ve köpeği Tom’la Afyon’a gitti.

Herkesin farklı anlattığı o cinayet

Şirin Devrim’in de herkes gibi merak ettiği şey bu cinayetin neden işlendiğidir, dayısının dedesini neden öldürdüğünü bütün aile fertlerine sormuş, ancak her aile üyesi bambaşka bir hikaye anlatmıştır.

Cinayeti herkesin bambaşka bir hikayeyle anlatmasını Devrim, şu alaycılıkla aktarıyor:

“Olay ülkede büyük yankılar uyandırdı. Herkes, o gece çiftlikte neler olup bittiğine dair tahminler yürütüyordu. Bu olayın arkasında yatan gerçeği aramak bence Japon filmi ‘Raşomon’a çok benziyor. Orada izleyiciler tanıkları dinlerler ve her tanığın doğruyu söylediğine inanırlar. Oysa her tanık aynı olayı ayrı ayrı o kadar değişik şekillerde anlatır ki sonunda gerçek çok yönlü, karanlık ve çözülmez hale gelir. Tanıklar da gerçeğin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamazlar.”

Cinayet sonrası Hakiye ve Ayşe, abileri Cevat’la bir daha konuşmazken, Suat ise sürekli bayılır, olayın etkisini uzun yıllar üzerinden atamaz.

Öyle ki Suat kendisine cinayet gecesini soran yeğeni Şirin’e abisinin bu olaya suikast süsü vermeye çalıştığını ve o gece çiftlikteki herkesi uyuttuğunu söyleyecekti.

Fahrünnisa ve Aliye’yse hiçbir zaman abileri Cevat’ı yargılamamış, ona karşı hep şefkatli olmuştu.

Zaten İsmet hanım da oğlunun bile isteye kimseyi öldüreceğine inanmıyordu ve mahkemede yargıca “Ne kadar tartışırlarsa tartışsınlar, Cevat’ın karakteri hiçbir zaman kasıtlı olarak babasını öldürmeye uygun değildir” demişti.

‘Kim istemez ki babasının ölümünü’

Cevat Şakir, yıllar sonra bu cinayet hakkında Azra Erhat’a şunları yazmıştı:

“Eh canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etti.

Ben rasgele oradaki bir tabancayı alarak, -amma onun eli tabancaya giderken yüzünden okudum- ona doğru nişan almadan ateş ettim. Il ya eu deux coups (İki el ateş edildi). İlkin onunki sonra -hemen sonra- benimki. Aynı zamanda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez.

Yoksa ölen ben olurdum. Hayır o öldü! Ben de ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. Korkunç bir acı duydum. Amma vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi kaybettim. Yani kendimi o gün bugün yalan sanıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım.”

Bu sözler bir kitapta yayınlanınca Şakir Paşa ailesinin kadınları babalarının asla böyle bir şey yapmayacağını iddia etti ve kitap için yeniden Cevat Şakir’e kızdı.

Aileyle akraba ve Cevat Şakir’in dostu Mina Urgan’sa ‘Bir Dinozorun Anıları’ kitabında cinayet hakkında şunları söylüyor:

“Cevat Şakir sevgi dolu, melek gibi bir insandı. Baba katili oluşu bu değerlendirmemi değiştirmez. Babası yerine bir yabancıyı öldürmesini daha korkunç sayardım. Bu bir paradoks değil; çünkü çoğu erkekler en büyük çatışmalarını babalarıyla yaşarlar, sevgiyle karışık en acımasız kinlerini onlara karşı duyarlar. Bir öfke ve çılgınlık anında yapamayacakları şey yoktur.

Cevat Şakir de işte böyle bir öfke ve çılgınlık anı yaşamış. Babası silahına davranınca o da silahına davranmış ve olan olmuş. Baba ölmüş; oğul da ömrünün sonuna dek ölümden beter bir acıyı çekmeye mahkum olmuş.

…Dostoyevski Karamazof Kardeşler’de ‘kim istemez ki babasının ölümünü’ diye sorarken, insanla ilgili her şeyi anladığı gibi bunu da anlamıştı. Kaldı ki, Cevat babasını severdi. Bir akşam ‘Sen daha doğmamıştın, onu tanımadın’ diyerek uzun uzun sevgiyle ondan söz etmişti. Cevat bana bir katil görünmedi hiçbir zaman. Hiç kan dökmedikleri halde, ondan bin kat daha katil insanlarla dolu yeryüzü.”

Şirin Devrim de Mina Urgan’ın bu savını destekler görünüyor:

“Bana göre Cevat dayım ancak babası olmazsa yaşamını istediği gibi sürdürebileceğini düşünüyordu. O gün de öfkeden gözleri dönünce ister istemez bu iş oldu. Cevat dayımın Azra Erhat’a yazdığı mektubun sonunda bu düşüncemi kanıtlayan satırlar var:

‘Hapishanede gece rüyamda çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya imiş diye sevinirdim, hapishanede olduğum halde, yani ondan kurtulduğuma sevinirdim.’